MEVLANA’NIN AŞK VE İNSAN FELSEFESİ
Anadolu insanı, 700 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen halen Mevlana’nın düşüncelerine ilgi ve sevgisini sürdürmeye devam etmektedir.
Mevlana’nın sevgi ve aşk felsefesi yalnız Türk halkının değil, çeşitli din ve kültürlerden bütün dünya insanlarının ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Mevlana’yı anlamak için öncelikle onun etkilendiği “tasavvuf” felsefesinin bilinmesi gerekir.
Tasavvuf bir anlamda İslam mistisizmi demektir. Felsefede mistisizm aklın kavrayamayacağı gerçekleri “mistik sevgi” ile bilmek anlamına gelir. Hindu, Yahudi ve Hıristiyan inanışlarının tümünde de mistisizm vardır.
Tasavvuf söz (kal) yolu değil, hal (iyi ahlak) yoludur. “Hakikat”e ulaşmayı amaçlamaktadır. Kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak, önüne ne çıkarsa çıksın ona yüz çevirmemektir. Yani zihni kötü düşüncelerden arındırmak, cömert olup başkalarına ikramda bulunmak, karşısına hangi çeşit insan çıkarsa çıksın (iyi – kötü, güzel – çirkin, kadın – erkek, dinli – dinsiz) hepsine iyi gözle bakabilmektir. Herkese dost olmak, gül bahçesinin gülü olmak dikeni olmamaktır.
Tasavvuf, ilahi ahlakla ahlaklanmak, bencillikten kurtulup, kendisinden çok başkasını düşünmektir. Bir diğer anlatımıyla tasavvuf; sevgi ve aşk felsefesidir. Allah mutlak cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin kaynağıdır. Nitekim peygamberimiz bir hadisinde “Allah güzeldir, güzelliği sever, kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir” buyurmuştur. İnsan, Allahı ne kadar tanırsa (Marifet) ona karşı olan sevgi ve aşkı da o oranda artar.